Çünkü iyi ile kötünün savaşı hiç bitmez. Aslında kötünün iyiye zülmüdür bitmeyen. İyiliğin bir seçim olduğunu anlamaz kötü, beceremez sanır karşısındakini; oysa herkes bilir kimin canını nasıl yakabileceğini. Bu kez “Ahraz”ın kahramanı İsrafil’in hikâyesinde görüyoruz bu savaşı. Bir deniz kasabasında doğuştan bahtsız, kendini göstermemek için kabuklara sığınmış Adile’nin babası kimdir bilinmez oğlu İsrafil.
Ahraz, hem sağır hem dilsiz demek. İsrafil de yüreğiyle duyar, gözleriyle konuşur. Bir gece ölmek üzereyken bütün kasabanın kapılarını tek tek çalan annesine kimse el uzatmadığından sebep ‘ahraz’ oldu diye inanır Adile. Çünkü çaresini bulsun diye gittiği doktor öyle der. Bahtsızlık anneden oğula geçer. Bütün kasabanın çöpünü toplarlar, dağ gibi çöplerden tiksinmezler ama onları gördüğünde 7’den 70’e herkes canlarını yakmak ister. Yüreğiyle görüp gözleriyle konuşan İsrafil çizdikleriyle anlatır hissettiklerini. Bir gün karşısına hayatın çelmesini yemiş Yusuf çıkar. Hiç bilmediği babası beller onu. İkisinin kaderi o kasabaya yolları düşen rahip ile melek yüzlü kızına rastlamalarıyla değişir. Yaşadıkları adadaki karışıklıktan kaçan rahip ile kızı umut olurlar İsrafil ile Yusuf’a. Ama kötüler ufacık bir umudun bile onların yüzünü aydınlatmasına tahammül edemez. Yaşanan tüm zorlukların bedelini onlara ödetmek isterler. İsterler istemesine, belki ödetirler de ama asıl bedelin kime kesildiğini göremezler. Gezgin’in masal tadındaki kitabı aileyi, sevgiyi, iyiliği-kötülüğü anlatıyor. Kendine duyulan aşka doğanın verdiği karşılığını gösteriyor. ● Efnan Atmaca